Dünyanın Önde Gelen Haberleri ve Ansiklopedisi
Slimfit
  1. TARİH

Mustafa Kemal Atatürk - Nutuk/20. bölüm

Mustafa Kemal Atatürk - Nutuk/20. bölüm
Sakura

Mustafa Kemal Atatürk - Vesika 211-220

Vesika 211

İzmit, 14.1.36

  1. O. 20 Kumandanlığı’na

Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine:

Yahya Kaptan’ın suret-i katli hakkında şimdiye kadar rapor ve haberler kâmilen yekdiğerini mütenâkızdır. Bizzat icrâ ettiğim tahkikattan Yahya Kaptan tarafından müfrezeye ve müfreze tarafından bunlara ateş edilmediği ve yalnız Yahya Kaptan’ın bi’l-mecburiye tesliminden sonra köy haricinde âlet-i câriha ile katledildiği ve kafatasının olmaması bunu müeyyit olduğu anlaşılmış ise de bu hususta ta’mîk-i tahkikat edilmekte bulunulduğundan istihsal kılınacak netâyic arz edilecektir efendim.

Fırka 1 Kumandan Vekili
Kaymakam
Fevzi

 

Vesika 212

Şifre halli

Düzce, 17/1 8.1.36

  1. O. 20 Kumandanlığı’na

Heyet-i Temsiliye Riyâseti’ne:

C: 14/15.1.36 şifreye

Gebze ve Hereke İstanbul vilâyetine merbût olmakla beraber teşkilât-ı milliye itibarıyla de İstanbul heyet-i merkeziyesi tarafından idâre edilmekte meselâ oraya mürâcaat eden Doktor Enis Fahri imzası sahibi de İstanbul’ca oraya konmuş bir şahsiyet olması muhtemeldir. Yahya Kaptan’a elden gelen muâvenet yapılmış ve onu diğer telgrafla arz edildiği vechile İstanbul’a karşı himaye edilmek de istenilmiş ise de maa’t-teessüf müsmir olmamıştır. En son İstanbul’dan Yahya Kaptan’a yapılan tebligatta da ora Kuvâ-yı Milliyesinin İstanbul heyet-i merkeziyesine merbût olduğu bildirilmiş ve zannederim ki mûmâileyhin bu tebliğe cevâb-ı red vermesi mûcib-i te’dîbi olmuştur. Bu hususât şâyân-ı dikkat olduğu ve maamafih ihtiyaten Enis Fahri Bey’le temas edilerek dûçâr olduğu müşkilâtın mahiyetinin öğrenilmesi ve muâvenet-i mümkine ifası İzmit’teki vekilime bildirilmiş idüğü maruzdur.

Birinci Fırka Bolu ve havalisi Kumandanı
Rüştü

 

Vesika 213

17 Kânunuevvel 35

TAMİM

Meclis-i Meb’ûsan’ın İstanbul’da in’ikadından evvel, istik lâl-i millî ve tamamiyet-i mülkiyemizin temîni esâsâtı gibi mühim mesâili ehemmiyetle tezekkür ve bu bâbda icap eden esbâba tevessül Heyet-i Temsiliye için en mühim vazifedir.

Heyet-i Temsiliye bu hususâtın müzakeresini millet namına sahib-i salâhiyet olan meb’ûsîn-i kirâm ile takviye olunduktan sonra icrâ etmeği menâfi-i milliye ve vataniye iktizasından addeder. Buna binâen her liva meb’ûsları mahallî heyet-i merkeziye veya heyet-i idâreleriyle müştereken meb’ûs arkadaşlarından birini teşkilât nizamnamemizin dokuzuncu maddesine tevfîkan Heyet-i Temsiliye’ye aza olarak intihap ve ismini inbâ edecektir, işbu aza bir iki günlük kısa bir müzakere ve münakaşadan sonra Dersaadet’e Meclis-i Millî’ye hareket edeceklerdir. Zevât-ı mûmâileyhümün Heyet-i Temsiliye’nin bulunacağı mahalde zaman-ı ictimâı, isim ve adresleri ma’lûm olduktan sonra bi’l-muhabere kararlaştırılacaktır. Heyet-i Temsiliye karîben İstanbul’a yakın bir mahalle nakledilecektir.

Aza-yi mezkûrenin sür’at-i intihâbile isim ve adreslerinin hemen iş’âr buyurulması mercudur.

Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk
Cemiyeti Heyet-i Temsiliyesi namına
Mustafa Kemal

 

Vesika 214

Şifre
Gayet müstaceldir.

Ankara. 29.12.35

17.12.35 tarih ve bilâ-numara şifreye zeyldir:

1– Bir suretinin Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti heyet-i merkeziyelerine itası ricâ olunur.

Ankara-Eskişehir hattının işlemekte bulunması cihetiyle sühûlet nokta-i nazarından müzakere mahalli olarak Ankara intihap edilmiştir. Binâenaleyh Heyet-i Temsiliye azası olarak intihap kılınmış olan meb’ûsîn-i muhteremenin Kâ nunusani’nin beşinden itibaren Ankara’ya muvâsalatlarına intizâr olunur. Hareketleri hakkında Heyet-i Temsiliye’ye ita-yı ma’lumât buyurulması ricâ olunur.

2– Heyet-i Temsiliye’nin her livadan aza sıfatıyla gelecek meb’ûslarla icrâ edeceği müzakereye diğer meb’ûsîn-i kirâmdan mümkün olduğu kadar fazla miktarda diğer zevâtın da müzâkerâta iştiraki son derecede arzu edilmektedir. Bu hususta icap edenlere tebligat-ı lâzimede bulunulması ricâ olunur.

Heyet-i Temsiliye namına
Mustafa Kemal

 

Vesika 215

Ankara. 30.12.35

Dersadet Çanakkale Mevki-i Müstahkem Kumandanı Şevket Beyefendi’ye

Aydın Meb’ûsu Hüseyin Kâzım Bey’in taşra meb’ûslarına telgrafnameler keşîde ederek en serî vasıta ile Dersaadet’e vürûdlarını talep eylediği vâki olan mürâcaattan anlaşıldı. Mîr-i mûmâileyhin Bekir Sami Bey nezdinde bulunan Heyet-i Temsiliye tebligatından haberdâr edilmesini ve meb’ûsin-i kirâmla meclisin küşâdından evvel vukubulacak müzâkerâtta hazır bulunmak arzu buyuruyorlarsa lütfen ve serian Ankara’ya teşrifleri lüzumunun kendilerine ifhâmı istirham olunur.

Heyet-i Temsiliye namına
Mustafa Kemal

 

Vesika 216

Harbiye Nezareti
Nezaret Şubesi
Kalem-i Mahsus

Dersaadet, 31.12.35

Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine

Maruzdur.

Teşkilât-ı milliyenin vatanı kurtarmağa hâdim bir tarzda idâme-i mevcudiyetine şahsen ne dereceye kadar sâi bulunduğum zannederim malûmdur. Bu meselede benim de Heyet-i Temsiliye kadar alâkadar olduğumu ve yapılan işlerde bu gayenin temîn-i tamamî-i masûniyetini hiçbir zaman pîş-i nazardan ayırmamağa vicdanen ve vazifeten mecbur bulunduğumu zikre lüzum görmem. Buraca yapılan her işin yanlış olduğu ve doğru karaların ancak Heyet-i Temsiliye’den sâdır olabileceği gibi bir manayı tazammun eden cevapnameleri şahsıma karşı nev’anma adem-i itimâdı tazammun diyor. Böyle bir vaziyet bu vazifeyi deruhde eylediğim günden beri sırada tahassul eden ihtilâfların halli için bin müşkilât ile masrûf olan mesâimi akamete mahkûm etmektedir.

Nurettin Paşa’nın On İkinci Kolordu’ya tayini için İstanbul’a gelen bi’l-umûm İzmir ve Aydınlılar mütevâliyen mürâcaatlarda bulundular. Aydın cephesinde pek karmakarışık bir halde bulunan Kuvâ-yı Milliye’nin tanzim ve tensîki ve âtiyen ma’rûz kalabileceğimiz ihtimâlâta göre esaslı ve ciddî istihzarat icrası elzemdir. Bunun için de bu işin başında Nurettin Paşa gibi bir zatın bulunmasını erkân-ı harbiye ve ben muvâfık gördük.

Ahmet Fevzi Paşa hakkında da şimdiye kadar muhtelif zamanlarda fikrimi söylemiştim. Ordunun mühim kumanda makamlarında son harekât-ı milliye ile ayân olanak meşgûl olmuş zevâtın bizzat ve resmen bulunmaları harice ve bilhassa ecânibe karşı orduda siyasetin hükümran olduğu manzarasını verir ve bu da herhalde su-i tesiri mûcib oluyor. Nezaret bi’l-fiil bu tesirâtın fiilî tesiri karşısındadır. Halbuki harekât-ı milliye ile bi’l-fiil alâkadar zevât gayr-i resmî olarak daha nâfi ve daha mahzurdan sâlim bir şekilde ifa-yı vazife edebilirler.

Gerek Nurettin Paşa ve gerekse Ahmet Fevzi Paşa menâfi-i milliyeyi müdrik ve ânı halelden vikayeye âzim kimselerdir ve teşkilât-ı milliye ile tevhîd-i mesâi eyleyeceklerdir.

Hal böyle iken ve bâ-husûs Fevzi Paşa’nın tayini irâde-i seniyeye iktirân etmiş iken böyle nezih zevâtın adem-i kabulünde ısrar edilmesi beni cidden müşkil vaziyete sokuyor. Hiç olmazsa Meclis-i Meb’ûsan’ın küşâdına kadar olsun kabinenin devamı için göstermekte kusur etmediğim mesâiye kelâl vermektedir. İzzet-i nefis meselesi halini alan bu vaziyet ıslah edilmediği ve bu zevâtın tayinine muvafakat buyurulmadığı takdirde meclisin küşâdını dahi beklemeden hemen istifaya mecbur olacağımı arz ve bu halde artık Meclis-i Meb’ûsan’ın in’ikadı bir hayal-i muhal olacağına ve bundan da vicdanımın mes’ûl olamayacağına nazar-ı dikkat-i devletlerini celp eder ve bu vesile ile de arz-ı hürmet eylerim efendim.

Harbiye Nâzırı
Cemal

 

Vesika 217

Tahrîrât
Gayet mahremdir

Ankara, 4 Kânunusani 36

Harbiye Nâzırı Cemal Paşa Hazretlerine

Seryaver Salih Bey vedâatile irsal buyurulan 31.12.35 tarihli iki kıta emirname-i devletleri vâsıl-ı dest-i ta’zîm oldu. Salih Bey’in de huzuruyla tezekkür edildi, mevâdd-ı esasiyeye dair nikat-ı nazarımız ber-vech-i âti arz olunur.

  1. Heyetimizce Düvel-i Mütelife’nin vatanımızı menâtık-ı nüfûza taksim etmeleri keyfiyeti o derece kuvvetli bir ihtimal halinde görülmemektedir. Temaslarımızdan ve vaziyet-i umumiyeden anladığımıza göre bunlardan her birisi umum vatanda azamî menâfiini temîn etmek gayesini takip ediyor ve bunun için şâyân-ı itimat bir mürâcaat ve istinâd noktası arıyor. İngiliz siyasetinin tamamen aleyhimizde olduğu muhakkaktır. Fakat bunların açıktan açığa muârız görünmeleri esbâbını kabinenin vaz’-ı bî-tarafîsi ile ecânibe izhâr eylemekte olduğu istinâdsızlıkta aramalıdır.
  2. Karîben neşri mukarrer olan beyanname hususuna gelince bu ancak hükümetin her nokta-i nazardan Kuvâ-yı Milliye’ye müstenid olduğu kanaatini verecek bir tarîk-i hareket kabulü ve bunu âleme ihsâs ve izhâr eylemesi suretiyle mevkiini siyaset-i hariciyede kuvetli kıldıktan sonra ve sulh murahhaslarının azîmetinden evvel ve fakat Meclis-i Millî ictimâ etmiş ve mecliste esâsât-ı milliyeyi kabul eylemiş ekseriyetin yani “Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Grubu’nun” muvafakat ve iştirak-i tâmmıyla yapması muvâfık ve müessir olabilecektir. Çünkü Meclis-i Millî’de ekseriyet fikrine istinâd etmedikçe bu beyanname düşmanlarımızca hâiz-i kıymet ve itibar addedilmiyecektir. Mütâlaat-ı âcizanemize nazaran bu hususta işe evvelâ kabul olunacak ıslâhâttan değil belki milletin istiklâl ve mülkün tamamîsinden başlamak, ancak bunun temînine muallâk ve meşrût olmak üzere umûr-ı idârenin hutût-ı esasiyesi takrir edilmek muvâfık olacaktır. Millete istinâd ettiğini iddia eden hükümet-i hâzıra için de bu beyannameye esas olacak Sivas Umumî Kongresi beyanname ve nizamnamesindeki hutût-ı mühimmedir ki bunlar da müstakbel hudutlar, devlet ve milletin istiklâli, ekalliyetlerin hukuku, müzaheretin milletçe tarz-ı telâkkisi gibi hususâttır. Bunun şimdiden ihzârı pek lâzım ve Meclis-i Millî’nin küşâdında da ekseriyet grubuyla bi’l-müzakere ilânı zarurî telâkki olunmaktadır.
  3. Dahiliye Nâzırı’nın istifasıyla kabinede bir buhran husûlüne sebep görülememektedir. Bundan olsa olsa heyet-i umumiyenin makamı riyâset-i Sadrazam yerine Dahiliye Nâzırı’nın şahsında görmekte olmaları manası çıkarılabilir. Malûm-ı samileridir ki bir kabinede buhran ancak Sadrazam’ın istifasıyla hâsıl olur ki böyle bir halin arzu edilememesinden dolayı da Ali Rıza Paşa’nın istifa etmemesi evvelce bi’l-münâsebe istirham olunmuştu. Fakat izâhât-ı devletlerinden öyle anlıyoruz ki, kabine Dahiliye Nâzırı Şerif Paşa’ya tâbi kalmakta ve müşarünileyh de sakıt damat Ferit Paşa’ya merbût bulunmaktadır. Polis müdürünün elân makamında oturması, memurîn-i dahiliyenin tarz-ı tayini bu irtibatın en bâriz alâmetleridir. Halbuki gerek zât-ı devletleri ve gerekse Ahmet İzzet Paşa Hazretleri bu kabine re’s-i kâra geçtiği zaman eski kabineden müdevver zevât hakkındaki endişemize cevâben temînat-ı kat’iye ve kefalet-i vicdaniyede bulunmuşlardı, istitrâd olarak şunu da arz edelim ki polis müdürü yerinde kaldıkça şahsınız da taht-ı tehlikededir.
  4. Meclisin küşâdıyla dahiliye ve hariciye nâzırlarının tebdilinin muhakkak olduğu hakkındaki işaret-i devletlerini iyice anlayamadık. Keyfiyetin tahakkuku için bu iki nâzırın meclis huzuruna çıkmadan evvel istifa edeceklerini şimdiden vaad eylemiş olmaları veyahut Sadrazam Paşa’nın zât-ı şâhâne ile bu bâbda anlaşmış bulunması lâzımdır. Meclisin kabineye itimat reyi vermesi haline göre de bunların tebdili meclisin pâdişâhla anlaşmasına mütevakkıftır.
  5. Düşmanların meclisi küşâd ettirmemek isteyecekleri ve her türlü vesileye mürâcaat edecekleri tabiidir. Yalnız meclisin ictimâına irâde etmiş olan zât-ı şâhânenin, bu ictimâı gayr-i meşrû’ telâkki etmesi, irâdesini nakz eylemesi ihtimali vârid-i hâtır mıdır? Fi’l-hakika pâdişâhın Meclis-i Millî’nin gayr-i meşrû’ olduğuna dair bir kanaati varsa o halde meclis, İstanbul’da dağıtmak ve milleti meb’ûsansız bırakmak için mi toplanıyor. Binâenaleyh zât-ı şâhânenin bu bâbdaki nokta-i nazarlarının heyetimizce kat’î olarak şimdiden bilinmesi lâzımdır ki meb’ûsları hariçte, emin bir mahalde toplamak için teşebbüsâtta bulunalım. Aksi halde meclis İstanbul’da ictimâ yüzünden ber-vech-i bâlâ ahvâle dûçâr olursa bunun mes’ûliyeti Dersaadet’te ictimâı hususunda ısrar edenlere râci olacaktır.
  6. Meb’ûsların Ankara’ya gelmeleri memleketin halâsı uğrunda aynı kanaatte olan eşhâsın mecliste müttefikan çalışmalarım temîn gayesine ma’tûftur. Mecliste kuvvetli milliyetperver bir grubun teşekkülü mecburiyeti vardır. Bu zaruret de meclisin Dersaadet’te ictimâı yüzünden hâsıl olmuştur. Esasen bunun için umumî bir ictimâ yapılacak değildi. Gelenlerle müdâvele-i efkâr sureti tercih olunmuş ve bu suretle zamanın ziyaına meydan verilmemesi takarrür etmiştir. Bu ekseriyet grubunun Kuvâ-yı Milliye ile yakından anlaşması ve ancak bu suretle mecliste milleti temsil eylemesi en mühim bir noktadır. Aksi halde Meclisi Meb’ûsan nazar-ı ecânibde milleti temsil edemez. Arada maazallah ihtilâf-ı efkâr husûlü ise vatanın pek büyük zararını mûcib olur. Binâenaleyh düşmanların tezviratı, memleketin hayat ve memâtına müteallik bu gibi mesâilde hâiz-i tesir ve kıymet olamaz.
  7. Nurettin ve Ahmet Fevzi Paşalar hakkındaki mütâlaa-i devletlerine gelince, evvelki cevapnamemizde her doğru şeyin Heyet-i Temsiliye’den sudûr ettiğini iddia eylemiş değiliz. Tatbiki takrir buyurulan prensip hakkındaki mütâlaat-ı âcizânemizi sual etmiş olduğunuzdan bu bâbdaki mülâhazatımızı arz etmiştik. Mütâlaatımızda isabet olduğuna ait kanaatimizi tekrar ederiz.

Heyet-i Temsiliyemiz kabinenin mevki-i iktidara geldiği tarihte sakıt Damat Ferit Paşa’nın miras-ı seyyiâtı olan Aydın cephesi ve mıntakasının oralardaki Kuvâ-yı Milliye’nin hal ve âtisini son derece alâka ile nazar-ı dikkate almış, hükümetin siyaset-i hariciyesine münasip ve o mıntakanın vaziyet ve ihtiyâcât-ı dahiliyesine muvâfık âti için ümit-bahş bir vaziyetin temînini düşünmüş idi. Tasavvurâtını karara raptetmeden evvel nezaret-i celîleleri ve Erkân-ı Harbiye-i Umumiyesinin nikat-ı nazarını bilmeyi bir vazife addeyleyerek ... tarih ... numaralı ma’rûzâtı ile Ali Fuat Paşa’nın millî kumandan olmasını istîzân ve Konya’ya Cemal Bey’in ifsâdâtıyla husûl bulan vaziyeti ıslah ve mevcut fenalıkları itfâ edilebilecek ve cephe umûrunu tanzim eyleyecek bir kumandan tayinini istirhamla bu meyânda Refet Bey’in de tavzîfi münasip olacağını arz etmişti ... tarih ... numaralı emirname-i cevâbîlerinde “Fuat Paşa’yı Ankara’da Kolordusu başında görmek isterim. Refet Bey ismini zayi etmek şartıyla Aydın Cephesi Kuvâ-yı Milliye Kumandanlığı’na tayini muvâfıktır” buyurulmuştu. Miralay Fahrettin Bey’in behemehâl On İkinci Kolordu Kumandanlığı’na tayinini temîn için delâletimiz talep kılınmıştı ve ilâveten Fahrettin Bey’in nikat-ı nazarımıza göre Aydın cephesinin temîn-i ihtiyacı için her türlü tedâbîri icrâ etmeğe taraf-ı devletlerinden talimat ahzeylemiş bulunduğu da zikrolunmuş idi. Binâenaleyh iş’ârât-ı devletleri Aydın cephesinin esbâb-ı müdafaasını tanzim için heyetimizce tertip kılınan plânın esasını, kaidesini teşkil eylemişti. Buna istinâden cephe ile alâkadar olan resmî ve millî kumandanlar ve ashâb-ı ihtisâs ile muhabere ve kısmen de muhtelif cephelerden davet olunan zevât ile müzakere edilerek, Aydın cephesi hakkında bir plan tertip olundu. Bu plâna nazaran Refet Bey Aydın ve Salihli cephelerinin ve bu cephelerle alâkadar olan geri menâtıkın, Konya da dahil olduğu halde, millî kumandanlığını deruhde etmiş ve Fahrettin Bey de Konya’da Kolordusu başında olarak aynı nokta-i nazara tevfîkan nâfi ve müsmir muâvenet ve faaliyet izhâr etmekte bulunmuştur. Ali Fuat Paşa da emr-i devletlerine tevfîkan kolordusu başında bulunmak üzere Ankara’ya gelmişti. Tertibât-ı maruza neticesi olmak üzere bugünkü vaziyet şâyân-ı memnuniyet bir şekle girmiştir. Binâenaleyh başka bir kumandana lüzum olmadığı gibi Nurettin Paşa’nın tayini halinde de namus ve hayatlarını ortaya koymuş iki kıymetli arkadaşımızın kesr-i kalbine Heyet-i Temsiliye’ye tamamen münkad, makam-ı akdes-i hilâfete merbût Demirci Efe ve maiyetinin memleket için muzır bir şekle girmesine sebebiyet verilmiş olacaktır.

Ahmet Fevzi Paşa meselesine gelince: Yirminci Kolordu mıntakası dahilinde mevcut Kuvâ-yı Milliye’nin bir vaziyet-i hususiyesi vardır ki, umum teşkilât-ı milliye üzerine müessir bulunmaktadır. Bu vaziyetin hiçbir sebep ve suretle tebeddülüne hal ve vaziyet müsait değildir. Ma’rûz vaziyetin muhafaza ve idâmesini temîn için bütün bu mıntakada Ali Fuat Paşa’nın devlet nazarında, umûm nazarında, vaziyetinin her türlü tenkitten, mahzurdan muarrâ bulunduğu kanaatinin mahfuziyeti şart-ı esasidir. Binâenaleyh müşârünleyhin Yirminci Kolordu başından her ne şekil ve suretle olursa olsun infisâli harekât-ı milliye esnasında ileri atılmış, ibrâz-ı fedakârî etmiş bulunması sebebine atfolunacaktır ki, mahfuziyeti müemmen olması zarurî bulunan nikat-ı nazara göre asla kabil-i tecvîz değildir. Esasen hükümetçe vârid siyasî mehâzîri bertaraf kılmak için yapılacak her şey yapılmıştır. Binâenaleyh Ali Fuat Paşa’nın bu mıntakada ve bütün ordu nazarında Yirminci Kolordu kumandanı olarak bilinmesi ve kolordunun da fiilen bugün olduğu gibi kifayet ve iktidarı ve âmâl ve makasid-i hakikî ile tamamen mutabık olduğu, müsellem bulunan 24. Fırka Kumandanı Kaymakam Mahmut Bey’in uhde-i vekâletinde kalması hal ve vaziyetin icâbat-ı zaruriyesindendir. Ahmet Fevzi Paşa hakkında menfî bir mütalaada bulunmak arzu etmeyiz. Fakat şunu da ilâveye mecburuz ki, müşârünleyh tasavvur buyurduğunuz nikat-ı nazardan teşrik-i mesâi kabiliyetini hâiz değildir. Müşarünleyhin daha bidayette vazife-i mahsusa ile geşt ü güzar eylediği zamanlarda vâki mantıksız ifadâtını ...tarihli şifre ile arz eylemiştik. Bunun me’mul olamayacağına dair cevâb-ı samileri alındıktan sonra idi ki, müşarünleyhin bizzat Rauf ve Bekir Sami Beyefendilere yazdığı cevâbî şifrede ordu bugünkü anarşi halinde kaldıkça memleket için felâket muhakkak bulunduğu tarzındaki ifadesi ile teşkilât-ı milliyenin ve bunun zahîri olan ordu münasebetinin kendi ictihadına göre anarşi telâkki edildiği anlaşılmaktadır. Halbuki malûm-ı devletleridir ki ordu, teşkilât-ı milliye kadrosu haricinde değil, belki onun ruh ve esasını teşkil eylemektedir.

Son alınan raporlarda müşarünleyh Fevzi Paşa’nın Gönen’de ilk iş olarak Anzavur meselesinden dolayı bin müşkilâtla ele geçirilebilen canilerin tahliyesini talep eylediği bildirilmektedir. Binâenaleyh vatan ve milletin halâsı mevzu-i bahis olduğu şu hengâmede aynı maksat uğrunda fedakârâne çalışan zât-ı samilerinin vaziyet ve kabiliyet-i mahalliyeyi yakından bilen heyet-i âcizânemizle müdâvele-i efkâr eylemeden tayin buyurmuş oldukları iki zatın adem-i kabulüne ait serd kılınan zarurî ve muhik mütalaatı bir izzet-i nefis meselesi yapmak isteyeceklerini, vatana olan sadakat, millete olan merbutiyetleri itibarıyla gayr-i kabil-i telif gördüğümüzü ve mahzâ, vatan ve milletin menâfii nokta-i nazarına ma’tûf ma’rûzât-ı vâkıâmızın hüsn-i telâkki buyurulacağından emin olduğumuzu samimiyetle arz eyleriz.

İstifaları halinde Meclis-i Meb’ûsân in’ikadının bir hayal-i muhal olacağı kaydına nazaran Sadrazam da dahil olduğu halde kabinenin meşrûtiyet-i idârenin aleyhdârı bulunduğu anlaşılmaktadır. Pek mühim olan bu noktanın tamamıyla teşrih ve izahı heyetimizce zât-ı devletlerinden ricâ olunur.

Heyet-i Temsiliye namına
Mustafa Kemal

 

Vesika 218

(Zarfın üstü)

Harbiye Nezareti

Devletlü Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine

 

Mektup

 

Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Dairesi
Şube
Numara

24.12.35 tarihiyle mutâ müşterek takririn vusûlünü tasdik eder. Ve bu bâbda âtideki tafsilâtın İngiltere, Fransa, İtalya hükûmât-ı müfahhamesi fevkalâde komiserlerinin enzar-ı adline vaz’ına kemâl-i hürmetle müsaadeler ricâ ederim:

Malûm-ı asilâneleridir ki, İzmir’in mübtedâ-yı işgali, mahallinde Amiral Calthorpe’un notasıyla başlamış ve bu notada işgalin Düvel-i Mütelife kıtaatı tarafından vukubulacağı ve bunun da bizzat İzmir şehriyle tahkimat hattına maksur kalacağı bildirilmiş ve kısa bir fâsıladan sonra da emr-i işgal sadece Yunan kıtaatına havale ve emanet edilmişti. Yunan kıtaatı tarafından yapılan işgal ve avâkıbının bizi davet eylediği medîd tazallüm ve şikâyetlerimiz bi’n-netice muhtelit bir komisyonun İzmir havalisinde icrâ-yı tahkikat eylemesini icap ettirdi. Ancak şu icabın teslim ve husûlüne değin takdir edemeyeceğim esbâb ile hâsıl olmuş fâsıla-i teehhür içinde pek can-hıraş bir şekil ve seyir alan Yunan yırtıcılığı karşısında esasen dağlara, derelere çıplak ve sefil bir halde dağılarak sığınmış olan halkı artık hıfz-ı hayat ve sıyânet-i namus kaydına düşürmüştü. Hükümet ve ordu daima tahkik komisyonunun adl ü nasfetine nasb-ı itimat etmekle beraber “bir taraftan da hiç olmazsa bu boğuşmanın akıttığı kanları muvakkaten olsun dindirmek için Harbiye Nezaretimiz 23.8.35 tarih ve 5037 numaralı tezkere ile General Milne cenaplarına (A) işaretli merbût teklifte bulunmuştur.

Kuvâ-yı Milliye ile Yunan kıtaatı arasına Osmanlı kıtaatı vaz’ından ibaret olan işbu teklife redd-i cevap edilmesi üzerine yine Harbiye Nezaretince suretleri merbût 20 ve 27.8.35 tarih ve 4963, 5142 numaralı B, C teklifleri yapılmış, ve mıntaka-i işgalin Yunan kıtaatından gayrı İtilâf kıtaatı tarafından işgalini mütemenni işbu iki teklif de tamamen cevapsız bırakılmıştı.

Hüsn-i niyete makrun her gûnâ teşebbüslerinin neticesizliğiyle akan kan karşısında gerek hükümetin ve gerek ordunun uzun müddet seyirci kaldığı bir sırada idi ki General Milne cenapları Harbiye Nezareti’ne tahdîd-i hudûdu gösterir 3 Teşrinisani 919 tarih ve 23/4114 numaralı sureti merbût tezkereyi göndermiş ve halbuki böyle bir tebliğin ahkâmını tatbike Harbiye Nâzırı re’sen salâhiyettar bulunmadığı için usûlen hükümete sebk eden mürâcaati üzerine hükümetçe de zât-ı asilânelerinize sureti merbût . . . tarih ve . . . numaralı nota ile arz-ı hal olunmuştu. Her ne kadar işbu vukuâtı Harbiye Nâzırımız bir münakaşa-i âtiyeden ictinaben suretleri merbût F, G, 5 ve 15.11.335 tarih ve 6338, 6501 numaralı tezkerelerile General Milne cenaplarına hemen ve tamamen ilân eylemiş ise de; fakat işbu tezkereler üzerine müşarünleyh General cenaplarından gerek cevâben ve gerek re’sen yine suretleri merbût H, I işaretli ve fakat yekdiğerini mütenâkız tezakir vürûd etmiştir. Binâenaleyh gerek suretleri merbût evrak-ı muhaberenin lütfen mütâlaası ve gerek arz edilmiş bâlâdaki tafsilâtın nasfet ve mürüvvetleri pek müsellemimiz bulunan zât-ı asilânelerinizi Harbiye Nezaretimize karşı en küçük su-i tefehhümden tenzih edeceğine âcizlerince pek büyük bir kanaat vardır. Bununla beraber mücerred Harbiye Nezareti’nin hükümetçe meclis-i âli mukarrerâtını tatbikte re’sen âmir-i takrir ve icrâ bulunamaması kaide-i düveliyesinin tevlîd eylediği şu gayr-i kabil-i ictinab su-i tefehhümden dolayı ayrıca ve fevka’l-had arz-ı teessür’at eylemekte asla teehhür etmek istemem. Muvakkat hatt-ı hudûdun Yunanlılar tarafından tamamî-i işgaline mümânaat eden kuvvete gelince işbu kuvvetin gördüğü zulm ü taaddi karşısında himayesiz kalmış ve kanına susamış ahali kütlesinden ibaret bulunduğu zât-ı asilânelerinizce pek zâhirdir. Hükümetin ve ordunun işbu mazlum halka karşı himaye göstermemesi gibi mukavemet ibrâz edemeyeceğindeki aczinin de lütfen takdirini pek temenniler ederim ve işte işbu aczin sevk ve tesirleridir ki gerek hükümet ve gerek Harbiye Nezareti şimdiye kadar akmış ve akmakta bulunmuş olan işbu fuzulî kanın önünü almak için daima makamât-ı asilânelerinize istimdâdlar yağdırmış ve meselenin bir an evvel çare-i hal ve adlini niyazlar eylemiştir. Bilhassa ve bi’l-vesile işbu niyazları yine tekrar eder ve gerek hükümet ve gerek Harbiye Nezareti güya meclis-i âli mukarrerâtını tatbik etmiyor gibi bir töhmetten artık tahlîse mürüvveten delâlet buyurulması niyazlarıma da ihtirâmât-ı fâikamı ilâve eylerim.

 

Vesika 219

Harbiye Nezareti
Nezaret Şubesi
Kalem-i Mahsus

Arz-ı mahsustur.

Fevzi ve Nurettin Paşalar hakkında diğer arîza ile vâki olan izâhâtıma ilâveten vaziyet-i umumiye-i hariciye ve dahiliye hakkında ber-vech-i âti arz-ı ma’lumâta lüzum gördüm:

1– Düvel-i Mütelife hakkımızda henüz kat’î bir karar vermediler. Fakat en çok korkulan cihet memleketimizi mıntaka-i nüfûzlara taksim eylemeleri hususudur. İngilizler açıktan açığa bize muârız vaziyettedirler. Fransızlar zâhirî bir yaltaklık gösteriyorlarsa da Adana meselesi ortaya sürülünce derhal tebdil-i tavır ediyorlar. Hatta bir Fransız muhipler cemiyeti teşkili için Celâlettin Arif Bey’e mürâcaat ettiler. Adana’nın tahliyesi şartıyla böyle bir teşebbüse muvafakat olunacağı cevâbını aldılar. Ve bu mesele bu suretle muallâkta kaldı. Amerikalılar da bizim kendi memleketimiz için ne gibi metâlibimiz olduğunu soruyorlar.

Elhâsıl Düvel-i Mütelife’den herbiri bizim ortaya atılmamızı bekliyor. Herhangi birisine göstereceğimiz bir temâyüle karşı diğeri bütün kuvvetiyle vaz’-ı muhalefet almıya müheyyâ bir haldedir.

İstihzarat-ı Sulhiye Komisyonu vesâike müsteniden birçok istihzarat yapıyor. Bizim her şube-i idariye için arzu ettiğimiz ve kabul edebileceğimiz ıslâhâtı tespit ediyorlar. Vahdet-i Osmaniye ve Wilson prensipleri esası dahilinde kabul edebileceğimiz ıslâhâtı müş’ir karîben bir beyanname neşredeceğiz.

2– Vaziyet-i dahiliyeye gelince kabinede Dahiliye Nâzırı bir iki defa istifaya teşebbüs etti. Fakat Meclis-i Millî açılıncaya kadar bir buhrana sebebiyet vermemek için bütün kuvvetin sarfıyla önüne geçildi. Bu heyet-i hükümetin Meclis-i Meb’ûsan açılınca tasfiye olunacağı kanaati kabine heyetince tamamen ma’lûm bir keyfiyettir. Hele Dahiliye ve Hariciye Nâzırlarının değişeceği muhakkaktır. Fakat Hürriyet ve İtilâf Partisi ve İngilizler Meclis-i Meb’ûsan’ı açtırmamak için bütün kuvetleriyle çalışıyorlar. Hatta İngiliz Muhipler Cemiyeti’nin zât-ı şâhâneye mürâcaatla bu meclisin meşrû’ olmadığını beyan ve feshini istirham eyleyecekleri haber alındı. Hükümetin bütün mesâisi Kânunusani’nin onuna doğru açılacak olan Meclis-i Meb’ûsân toplanıncaya kadar bu gibi tesirâta mukavemet ve meclisin küşâdını temîn etmektir. Binâenaleyh bu on gün için hükümetin en kuvvetli bir şekilde mevcudiyeti elzemdir.

3– Meb’ûsanın intihâbında hiçbir suretle müdahale vâki olmadığı kanaati maa’ş-şükran her yerde hâsıl olmuştur. Ancak taşra meb’ûslarının İstanbul’a gelmezden evvel Ankara’da hususî bir ictimâ akdedecekleri haberi intihâbatın her türlü müdahaleden âzâde kaldığı hakkındaki hüsn-i kanaati tamamen zîr ü zeber edecek bir şekildedir. Her taraftan bu keyfiyet ileri sürülmekte ve tezvirat için âlet ittihâz edilmektedir. Meb’ûsların böyle toplu bir manzara göstermemelerinin temînini ve kendilerine vâki olacak izâhâtın nazar-ı dikkati celp etmeyecek surette temîn-i itasını hassaten ricâ eylerim. Zât-ı devletlerine ve rüfeka-yı muhteremeye ayrı ayrı, ihda-yı selâm ve takdim-i ihtiram eylerim efendim.

31 Kânunuevvel 335
Harbiye Nâzırı
Cemal

 

Vesika 220

Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerinin Ankara’yı ilk teşriflerinde memleket eşrâf ve mütehayyizânına îrâd buyurdukları nutkun suretidir.

 

Heyet-i Temsiliye zamanında

Muhterem Efendiler!

Heyet-i âcizânemizi Ankara’ya muvâsalatımız günü umum ahalinin erkek, kadın, çocuk tekmil halkın samimî ve vatanperverâne tezâhürât-ı fevkalâdesiyle taltif buyurdunuz. Bugün müctemian şeref-i ziyaretinizle de bahtiyar kıldınız. Bu münasebetle de heyet-i âcizânemizin derin hürmet ve teşekkürlerini takdim etmekle kesb-i mübahat eylerim.

Muhterem vatandaşlarımızı böyle müctemi bir halde selâmlamak bizim için kıymetli bir fırsattır. Müsaade buyurursanız, bu fırsattan istifade ederek kısa bir hasb-i halde bulunmak isterim.

Efendiler!

Cümlenizin malûmudur ki harbin son devresinde Amerika Reisicumhuru Wilson, on dört maddeden ibaret bir programla ortaya çıktı. Bu program milletlerin kendi mukadderâtına hâkimiyetini temîn ediyordu. Programın on ikinci maddesi ise münhasıran Türkiye’ye, devletimize ve milletimize aittir. Wilson bu madde ile Türkiye’nin, milletimizin, hâkimiyet-i tâmmeye mâlik olması lüzumunu dermeyan ettikten sonra buna bir iki kayıt da ilâve etmiştir. O kuyûd şunlardır: Aramızda yaşâyân anâsır-ı gayr-i Müslime’nin emniyetlerini ve serbestî-i inkişaflarını temîn etmek .... Bir de Boğazların küşâde bulundurulmağıdır. Umum İtilâf Devletleri Wilson’un prensiplerini kendi menfaatleri için muvâfık gördükleri gibi bizim devletimiz de bu on ikinci maddeyi kabulde hiçbir beis görmedi. Ve kabul etti. Hakikaten kabul edilebilecek bir prensiptir. Çünkü Mister Wilson’un istediği anâsır-ı gayr-i Müslime’nin emniyet-i can ve malları ve her türlü hukuk ve esbâb-ı inkişafları için icap eden her şeye zaten öteden beri devletimiz ve milletimiz tarafından riayet edilmiş idi. Fi’l-hakika anâsır-ı gayr-i Müslime’nin Osmanlı Devleti ve milleti âgûşunda mazhar oldukları imtiyâzat üç asrı mütecâviz bir zamandan beri ziyadesiyle mevcuttur. Binâenaleyh bu kayıt bizim için yeni bir şey değildir.

Boğazların serbestisi meselesine gelince:

Bu güzergâhta pâyitahtımız, kalpgâh-ı devletimiz vardır. Bunun emniyetini ba’de’l-istihsal umum ticarete âmâde olarak küşâd edilmesi de lâzimeden görülür. İşte devletimiz ancak bu esâsât dairesinde muharebeden çıkmak ve mütareke yapmak kararını verdi. Bunun neticesi olarak İtilâf Devletleriyle 30 Teşrinievvel 1334’te mütareke akdetti. (Mütarekenameyi göstererek) Malûmunuz olan mütarekename budur. Tabii cümleniz bunun muhteviyâtını bilirsiniz. Muhteviyâtı ile tatbikatı arasında nekadar azîm farklar olduğunu bir daha umumun nazar-ı dikkatine vaz’etmek isterim. Mütarekenamenin bazı mühim maddelerini hatırlatacağım:

Meselâ beşinci maddeye nazaran hudutların muhafazası ve asayiş-i dahiliyenin idâmesi için lüzum görülecek kuvâ-yı askeriyeden mâadâsı terhîs olunacak... İşbu kuvvetlerin miktar ve vaziyetleri tarafeynin müzakeresiyle takarrür ettirilecek idi.

Pek mühim olan yedinci madde “İtilâf Devletleri’nin herhangi sevkü’l-ceyş noktasını işgal hakkını hâiz olmalarını, Müttefiklerin emniyetlerini tehdit edecek vaziyet zuhûrunda” şart-ı sarîhiyle tayin etmiştir.

Onuncu madde yalnız “Toros tünellerinin Müttefikler tarafından işgali”ne ilh... münhasırdır.

On ikinci madde “hükümet muhhaberâtı müstesna olmak üzere telsiz telgraf ve kabloların murakabesini ilh...” tecvîz ediyor.

On beşinci maddede, “memâlik-i Osmaniye dahilindeki hutût-u hadidiyenin” yalnız ve ancak murakabesi mevzu-i bahistir. On altıncı maddede “Kilikya’daki ordularımızdan mahallinin inzibatı için iktiza eden kuvvetin orada terki ve mütebakisinin beşinci maddeye tevfîkan terhîsi” pek sarîh olarak mezkûrdur. Ve bundan başka hiçbir kayıt ve şart yoktur.

Yirmi dördüncü madde “vilâyât-ı sittenin herhangi bir kısmının işgali hakkını İtilâf Devletleri’ne muhafaza ettiren sebep, bu vilâyetlerde iğtişâş zuhûru hali olacağı” sarîhtir.

İşte efendiler; mütarekenamenin en çok nazar-ı dikkati câlib noktaları bunlardır.

Bu maddelerin mazmunlarıyla tatbikatı arasında tetabuk var mıdır?. Meselâ mütarekenamenin ilk akd olunduğu zamanlarda İngilizler Musul’u işgal etti. Mütarekenamenin akdinde bizim ordumuz Musul’da, İngilizler cenupta idi. Mütarekeden sonra oradaki kumandanla iğfalkârâne temas ederek askerlerini Musul’a soktular. İstanbul’u berrî ve bahrî kuvvetleriyle işgal ettiler. Bu hususta mütarekenamede müsaade var mıdır?

Adana havalisini, Urfa’yı, Ayıntap ve Maraş’ı evvelâ İngilizler ve ba’dehu Fransızlar işgal ettiler. Buna dair de mütarekede bir madde yoktur. Kilikya’da bizim kuvâ-yı askeriyemizden beşinci madde mûcibince mahallî inzibatını temîn edecek kadarı bırakıldıktan sonra fazlası terhîs edilecekti. O halde bu tatbik edilmiş olan şekil nedir?

İtalyanlar Antalya’yı işgal ettiler, muharip bulunmadığımız Yunanlılar da İzmir ve havalisini işgal ettiler, hulâsa mütarekenameyi baştan başa hurdahaş ettiler, bu tecavüzata, bu hakşikenâne muamelâta karşı İstanbul’daki hükümet-i merkeziyeler maa’t-teessüf âciz bir vaziyet aldı. Hatta yapılan haksızlıkları protesto bile etmemişlerdir.

Evet İstanbul’un, Antalya’nın, Kilikya’nın haksız işgallerini protesto dahi etmemişlerdir. Bunu yapmadıktan başka İstanbul ’da meselâ henüz sulh akd etmediğimiz bir milletten jandarmamıza kumandan tayin ettiler. Kömür tedârikindeki müşkilâtı iktihâm edememek aczi yüzünden İstanbul’un tramvaylarını, su kumpanyasını, bütün şimendifer hatlarımızı henüz hâl-i mütarekede bulunduğumuz İtilâf Devletleri’nin taht-ı idâresine verdiler. Halbuki biliyorsunuz, mütarekenamede yalnız şimendiferler için kontrol mevzu-ı bahistir. Yoksa idâresini sulh yapmadığımız Düvel-i Mütelife’ye tevdî etmek akıl ve vicdanın kabul edemiyeceği hususâttandır. Hatta efendiler! Büyük bir teessürle söylemeye mecburum ki, Bâbıâli’nin muhafazasını bile Ferit Paşa son zamanlarda ecnebilere terketmiştir. Memleketin dahilî asayişini, hudutlarını temîn ve muhafaza için lüzumu kadar asker silâh altında terk edilecekti. İlk zamanlarda seksen bini mütecâviz bir kuvvet kâfi görüldü. Bi’l-âhire İtilâf Devletleri kırk üç bine tenzil ettiler, bir müddet sonra da birçok vasıtalarla bu miktarın da dûnuna indirildi. Bütün eslihamızın sürgü kollarını çıkararak sandıklarla gönderdiler. Milletimizi, memleketimizi tamamen müdafaasız bırakmak maksadını takip ettiler.

Görülüyor ki efendiler! İtilâf Devletleri iki noktalarda hânis bulunuyorlar. Birincisi: Wilson prensiplerini Versailles Konferansı’nda kabul ve ilân ettiler. Buna nazaran on ikinci maddeyi ve bunun hükmünce bizim hukukumuzu kabul ettiler. Halbuki fiilî hareketlerde Wilson prensiplerini, Türkiye’nin hayat ve mukadderâtını zâmin ve kâfil olan on ikinci maddeyi nazar-ı dikkatten dûr tuttular. İkincisi: Şeref ve namusları üzerine imza etmiş oldukları mütarekenamenin hiçbir noktasına riayet etmedikten başka on ikinci maddenin ahkâmına muhâlif olmak üzere devletimizi manda altına almak ve hatta büsbütün inkısâma uğratmak kararlarına kadar ileri gittiler.

Bi’t-tabi Efendiler bu hal şâyân-ı dikkattir. İtilâf Devletleri’ nde büyük bir zihniyet tebeddülü görülüyor. Mütarekenamenin akdinde hür ve müstakil yaşamağa lâyık bir Osmanlı milleti kabul ettikleri halde aradan bir iki ay geçtikten sonra bu kanaatlerden tecerrüd ediyorlar. Başka renk ve manada kararlar veriyorlar. Bunun sebebi şu suretle izah olunabilir: Ecnebiler kendi menâfi-i iktisadiye ve siyasiyelerini tatmîn edebilmek için aleyhimizde icat ettikleri iki mütâlaayı yürütmeğe başladılar, bu mütâlaalardan birincisi güya milletimizin anâsır-ı gayr-i Müslime’yi müsavat ve adâlet düstûruna tevfîkan idâreye gayr-i muktedir olduğu.

İkincisi de güya milletimiz heyet-i umumiyesiyle kabiliyetten mahrum bulunduğundan bahçe halinde bulunan yerlere girmiş ve oralarını harabezara çevirmiş... Birincisi ile millete zalimlik atf ü isnâd ediyorlar. İkincisi ile kabiliyetsizlik... Eğer bu iki mütâlaa cidden vârid olsa idi, milletimizin müstakil yaşamağa hakkı iddia olunamazdı. Hakikaten zulüm medeniyetle kabil-i telif değildir. İstidatsızlık da şâyân-ı af bir şey olamaz. Çünkü milletler işgal ettikleri arazinin sahib-i hakikisi olmakla beraber beşeriyetin vekilleri olarak da o arazide bulunurlar. O arazinin menâbi-i servetinden hem kendileri istifade eder ve dolayısıyla bütün beşeriyeti istifade ettirmekle mükelleftirler. Bu düstûra göre bundan âciz olan milletler hakk-ı beka ve istiklâle lâyık olamamak lâzım gelir.

Halbuki bu mütâlaat bizim hakkımızda kat’iyen gayr-i vâriddir. Her ikisi de mahz-ı iftiradır. Milletimizin kabiliyetsiz olmadığı tarihen ve mantıkan sâbittir. Bunun delilini yine ecânibin kendi muamelelerinde bulabiliriz. Avrupa devletleri mütarekeden evvel ve mütareke anında mütarekename ile “kendi hudûd-ı millisi dahilinde yaşamaya lâyık Türkiye kabul etmişlerdir” aradan bir sene geçmeden nasıl oluyor da bir millet zalim ve kabiliyetsiz oluyor. Ve bundan dolayı hakk-ı hayattan mahrum edilmek isteniliyor. Avrupa devletleri milletimizi evvelce bilmiyorlar mıydı? Wilson prensiplerini kabul ve mütarekenameyi imza ettikleri zaman altı asırlık bir milletin mahiyeti, kabiliyeti hakkındaki ma’lumâtları noksandı da bir iki ay zarfında mı ikmâl ettiler?. Hakkımızda tatbik edecekleri kararları bilmiyorlardı da sonra mı hatırlarına geldi?

Halbuki düşününüz efendiler! Milletimiz ufak bir aşiretten; anavatanda müstakil bir devlet tesis ettikten başka garp âlemine, düşman içine girdi ve orada azîm müşkilât içinde bir imparatorluk vücuda getirdi. Ve bunu, bu imparatorluğu altı yüz seneden beri kemâl-i şevket ve azametle idâme eyledi. Buna muvaffak olan bir millet elbette âli hasais-i siyasiye ve idâreye maliktir. Böyle bir vaziyet yalnız kılıç kuvvetiyle vücuda gelemezdi. Cihanın malûmudur ki Devlet-i Osmaniye pek vâsi olan ülkesinde bir hudûdundan diğer hudûduna ordusunu sür’at-i fevkalâde ile ve tamamen mücehhez olarak naklederdi. Ve bu orduyu aylarca ve belki de senelerce hüsn-i iaşe ve idâre ederdi. Böyle bir hareket yalnız ordu teşkilâtının değil, bütün şuabât-ı idariyenin fevkalâde mükemmeliyetine ve kendilerinin kabiliyeti olduğuna delâlet eder.

Milletimizin zalim olması meselesine gelince, bu da sırf iftiradan, mahz-ı kizbden ibarettir.

Efendiler, hiçbir millet, milletimizden ziyade ecnebi unsurların iti’kadat ve âdâtına riayet etmemiştir. Hatta denilebilir ki edyân-ı sâire erbâbının dinine ve milletine riayetkâr olan yegâne millet bizim milletimizdir.

Fatih İstanbul’da bulduğu dinî ve millî teşkilâtı olduğu gibi bıraktı. Rum patriki, Bulgar eksarhı ve Ermeni kategigosu gibi Hıristiyan rüesâ-yı diniye hâiz-i imtiyâz oldu. Kendilerine her türlü serbestî bahşedildi.

İstanbul’un fethinden beri, gayr-i Müslimlerin mazhar bulundukları bu imtiyâzât-ı vâsia milletimizin dinen ve siyaseten dünyanın en müsaadekâr ve civanmert bir milleti olduğunu isbât eder en bâriz delildir.

Milletimize bu isnâdatta bulunan muârızlar insaf etsinler de dünyanın en büyük ve medenî milleti olduğunu iddia edenlerden, din-i İslâm’ı suret-i resmiyede tanımayan, İslâmları Pazar gününü yevm-i tatil ve mübarek suretinde tanımaya icbâr eden ve İslâmların yevm-i mahsusu olan Cuma gününü resmen tanımayan milletler olduğunu unutmasınlar.

Memleketimizde yaşâyân anâsır-ı gayr-i Müslime’nin başına ne gelmiş ise, kendilerinin ecnebi entrikalarına kapılarak ve imtiyâzlarını su-i istimâl ederek suret-i vahşiyânede takip ettikleri iftirâk siyaseti neticesidir.

Her halde Türkiye’de zuhûra gelmiş şâyân-ı arzu olmayan bazı ahvâl birçok esbâb ve mazerete istinâd etmektedir. Bunu da kat’î olarak arz edebilirim ki bu ahvâl, Avrupa devletlerinde mazeretsiz irtikâb edilmiş bunca i’tisafattan pek dûn bir mertebededir.

Rusya’nın Polonya’ya karşı bir buçuk asır müddet takip ettiği hunrîzâne siyaset, Kafkasya’da Çerkeslere, ve Pogrom namıyla Musevilere tatbik ettiği mezâlim bu meyânda sayılacak misâllerdendir.

Tekrar ediyorum, aleyhimizde serd edilen mütâlaat yanlıştır. Bu hakikat tarihen ve mantıkan sâbittir. Bu hususu yalnız garba değil, hatta vatandaşlarımıza da ehemmiyetli bir surette ihtar etmek lüzumunu hissediyorum. Çünkü nadirattan olmakla beraber teessüfle işitiyoruz ki milletin tarihini okumamış veya hiss-i milliden mahrum kalmış olması lâzımgelen bazı şahıslar, ecnebilerin aleyhimizde serd ettikleri ithâmâtı reddetmedikten başka vatanlarını, milletlerini kabahatli göstermekten çekinmiyorlar. Hâlâ bugün, Sultani Mektebi’nin salonlarını aleyhimizde konferans verdirmek için ecnebilere küşâde bulunduranlar var, bu gibilere lânet...

Efendiler! Düşmanlarımız hakkımızda icat ettikleri iftiralarını bir aralık Paris Konferansı’na da kabul ettirir gibi oldular. İhtimal bunun neticesi olarak daha muharebe esnasında biribiriyle yaptıkları hafî ahidnamelerin ve teati ettikleri sözlerin tatbikatına başlanmış idi. İzmir, Antalya, Adana, Ayıntap, Urfa ve Maraş’ın işgalleri hep bir mütekabil taahhüdât neticesi olsa gerek... Halbuki haktan, adâletten bahseden İtilâf Devletleri’nin bu gibi muamelelerde bulunmamaları lâzım gelirdi, medeniyet ve insaniyetten bahsedenlerden buna intizâr edilmezdi.

Fakat Efendiler!.. Her halde âlemde bir hak vardır. Ve hak kuvvetin fevkindedir. Şu kadar ki milletin hukukunu müdrik olup müdafaa ve muhafazası emrinde her türlü fedâkârlığa müheyyâ olduğuna dair âleme bir kanaat vermek lâzım gelir. İşte düşmanlarımızın bu hareketi, milletimizi bu idrâkten ve bu hiss-i fedakârîden mahrum zannettiklerinden neş’et eylemiştir.

Fakat doğrusunu söylemek lâzım gelirse mütarekeden beri biribirini vely eden hükümetlerimizin memleketin ma’rûz kaldığı haksızlıklara karşı kusurlu ve akılsızca hareketleri aleyhimizdeki yanlış fikirleri teyide medâr olmuştur. Meselâ Tevfîk Paşa vatanımızın bir kısmını Ermenistan’a ilâvede bir beis görmemekte idi. Ferit Paşa beyânât-ı resmiyesinde vilâyât-ı şarkıyede vâsi bir Ermenistan muhtariyetinden bahsettiği gibi Paris’te de cenup hudûdumuzun Toros olabileceğini söylemişti. Toros’un cenubunda Arapça tekellüm edildiğini zannediyor. Ve Toros’tan ta Antakya’ya kadar olan mıntıkanın Türklerle meskûn ve bin senedenberi Türk kanıyla yoğrulmuş olduğunu bilmiyordu. İşte bu gibi hükümetlerin tavr u hareketleridir ki, milletimizi mazisini unutmuş milletin ve hususî medeniyetlerin bahşettiği hukuktan, bihaber, kansız, miskin bir millet olarak tanınmasına yol açılmıştı. Milletimizin kendini bu suretle telâkkiye meydan vermesinde pek büyük bir kabahati vardı. Milletimizin o kabahati efendiler, hükümet-i merkeziyenin icrââtıyla Avrupa’nın namusuna fart-ı itimat göstermiş olmasıdır. İşte bu kabahatten nâşi kendi kıymetini, mahiyetini, fezailini unutturmak derecesine düşmüştür.

İzmir hâilesinden sonra idi ki, milletimiz hakikaten mütehassis ve mütenebbih oldu. Ve derin bir uçuruma sürüklendiğini idrâk etti. Ve onu müteakib hukukunu bizzat müdafaaya karar verdi, tabii bunu yapabilmek için bir şekil almak, taazzuv etmek lâzım gelirdi. Zaten her taraftan teşkilât ve taazzuvat daha evvel başlamış idi. Fakat evvelâ Erzurum ve ba’dehu Sivas Kongrelerinde vahdet-i umumiyemiz vücuda geldi. Erzurum ve Sivas Kongrelerinin bütün cihana karşı olan beyannamesi ve nizamnamesi muhteviyâtı hâiz-i ehemmiyettir. Esasen muhteviyâtı cümlenizce malûmdur. Fakat müsaade ederseniz her ikisinden bazı noktaları burada tekrar hatırlatmak isterim: Nizamnamenin teşkilâta ait sahifesinde görülüyor ki maksat “Osmanlı vatanının tamamiyetini ve makam-ı muallâ-yı hilâfet ve saltanatın ve istiklâl-i millinin masûniyetini temîn zımnında Kuvâ-yı Milliye’yi hâkim kılmaktır.”

Efendiler! Bir millet mevcudiyeti ve hukuku için bütün kuvvetiyle, bütün kuvâ-yı fikriye ve maddiyesiyle alâkadar olmazsa, bir millet kendi kuvvetine istinâden mevcudiyet ve istiklâlini temîn etmezse şunun, bunun bâziçesi olmaktan kurtulamaz. Hayat-ı milliyemiz, tarihimiz ve son devirde tarz-ı idâremiz buna pek güzel delildir. Bu sebeple teşkilâtımızda Kuvâ-yı Milliye’nin âmil ve irâde-i milliyenin hâkim olması esası kabul edilmiştir. Bugün, bütün cihanın milletleri yalnız bir hâkimiyet tanırlar: hâkimiyet-i milliye. Teşkilâtın diğer teferruatına bakacak olursak işe köyden ve mahalleden, köy ve mahalle halkından yani ferdten başlıyoruz.

Ferdler mütefekkir olmadıkça, hukukunu müdrik bulunmadıkça kütleler istenilen istikamete, herkes tarafından iyi veya fena istikametlere sevk olunabilirler. Kendini tahlîs edebilmek için her ferdin mukadderâtıyla bizzat alâkadar olması lâzımdır. Aşağıdan yukarıya, temelden çatıya doğru yükselen böyle bir müessese elbette rasîn olur. Şüphe yok, her işin başlangıcında aşağıdan yukarıya doğru olmaktan ziyade yukarıdan aşağı olması zarureti vardır.

Birincisinin tecellisinde bütün beşeriyet için gayeye vusûl müyesser olmuş olurdu. Böyle olmanın imkân-ı amelî ve maddisi henüz bulunamadığından bazı müteşebbisler, milletlere verilmesi lâzım gelen istikametin itasında delâlette bulunuyorlar. Bu suretle yukarıdan aşağıya taazzuv ettirilebilir. Biz memleketimiz dahilindeki seyahatlerimizde bi’t-tabi birinci tarzda başlamış olan teşkilât-ı milliyemizin mebde-i hakikiye, ferde kadar indiğini ve oradan tekrar yukarıya doğru hakikî taazzuvatın başladığını kemâl-i şükranla gördük. Bununla beraber derece-i tekemmüle vâsıl olduğunu iddia edemeyiz. Bunun için suret-i mahsusada aşağıdan yukarıya tekrar bir taazzuvun husûlü gayesine suret-i mahsusada sarf-ı mesâi etmemiz bir vazife-i milliye ve vataniye telâkki edilmelidir.

Beyannememizin de bazı noktalarından tekrar bahsetmek isterim. Osmanlı İmparatorluğu’nun muharebeden evvelki hududu malûmunuzdur. Harb-i Umumî’nin neticesi birtakım fedakârlık ihtiyârına devletimizi mecbur kılıyor, buna nazaran devlet için millî yeni bir hudut kabul ettik. Bu hudut beyannamemizin birinci maddesinde musarrahtır. Teferruat itibarıyla bilmeyenler olabilir. Ve bi’t-tabi mazurdurlar. Bu hudut tahassul ederken işin içinde bulunduğumdan bunu da arz edeceğim:

Mütareke akdolunduğu gün ordularımız fiilen bu hatta hâkim bulunuyordu. Bu hudut İskenderun körfezi cenubundan Antakya’dan Halep ile Katma istasyonu arasında Cerablus köprüsü cenubunda Fırat nehrine mülâki olur. Oradan Deyr-i zor’a iner; ba’dehu şarka temdîd edilerek, Musul, Kerkük, Süleymaniye’yi ihtivâ eder. Bu hudut ordumuz tarafından silâhla müdafaa olunduğu gibi aynı zamanda Türk ve Kürt anâsırıyla meskûn aksâm-ı vatanımızı tahdîd eder. Bunun cenup aksâmında Arapça mütekellim dindaşlarımız vardır. Bu hudut dahilinde kalan aksâm-ı memâlikimiz camia-i Osmaniye’den lâyenfek bir kül olarak kabul edilmiştir. Beyannamenin dördüncü maddesine bakalım!. Bu madde ile biz, bizimle beraber yaşâyân anâsır-ı gayr-i Müslime’yi aynı hukuk ve aynı salâhiyette kabul ediyoruz. Hepimiz bu devletin Müslüman ve anâsır-ı gayr-i Müslime dahil olarak aynı suretle tebaasıyız. Ve bu itibarla cümlemizin hukuku birdir, içimizde yaşıyan gayr-i Müslim vatandaşlarımıza bizim hâkimiyet-i siyasiye ve muvazene-i ictimâiyemizi ihlâl edecek fazla birtakım imtiyâzat veremeyiz. Bu madde, dahilî siyasetimizdeki kanaat-i umumiyemizi izah etmektedir. Yedinci madde; siyaset-i hariciye hakkındaki nokta-i nazarımızı bildirir. Her halde devlet ve milletimiz dahilen ve haricen bütün manasıyla müstakil kalacaktır. Bize başka bir tarz-ı idâre tatbik edilemez. Bu bâbda birçok muhtelif esbâbın başında en büyük ve mühim sebep şudur. Dinen dahi müstakil olmak mecburiyetindeyiz. Yalnız vâsi olan memleketimizi serî bir surette imar edebilmek için ve milletimizin az zamanda ilim ve marifetini icâbat-ı asriyeye göre yükseltmek için müftekir olduğumuz hususâtı takdir ederiz. Ancak bu hususta bize muâvenet edebilecek devletin nasıl olabileceği yedinci maddede musarrahtır. Böyle bir devletin muâvenetini hüsn-i telâkki ederiz.

İşte Efendiler! Erzurum ve Sivas Kongrelerinde tespit edilen esâsât ve nikat-ı nazar başlıca bunlardan ibarettir. Bu esâsât sayesinde bütün milletimiz müttehid bir hale gelmiştir. Bu maksad-ı mukaddesin temîni ile iştigal edildiği bir sırada pek âlâ hatırlarınızdadır ki, Ferit Paşa buna mâni olmağa kalkıştı. Bu teşebbüsâtı memleket dahilinde su-i tefsire uğraştı, İttihatçılıktır dedi. Bu isnâd efkâr-ı dahiliye ve hariciyede muvaffak olamadı. Bunu gördükten sonra yeni bir silâh aradı. Bolşeviklik dedi. Resmî telgraflarında Bolşeviklerin Karadeniz’den takım takım Samsun, Trabzon ve dahile doğru yürüdüğünü, memleketi alt üst ettiğini resmen işâa eyledi. Bunlar da müessir olamadı. Ferit Paşa ve kabinesi daha ileriye gittiler. Bazı yerlerde ahali-i İslâmiye’yi iğfal ederek üzerimize sevk etmek, millet için, vatan için çalışanları imhâ etmek kasdında bulundular. Tabii bunlarda da muvaffak olamadılar. Fakat nihayet millet Ferit Paşa’ya adem-i itimat göstermeye mecbur oldu. Kabine iskat edildi. Vahdet-i milliye kesb-i resanet etti.

Teşkilât-ı milliyenin husûle getirmiş olduğu dahilî ve haricî vaziyet ile eski vaziyet arasında fevkalâde farklar mevcuttur. Dahilen emniyet ve asayiş nokta-i nazarından gayr-i kabil- i mukayese tebeddülat vardır. Haricen ecnebilerin hakkımızda verdikleri ve verebilecekleri imhâ ve idam kararının pek yanlış olduğu artık bütün İtilâf Devletlerince takdir olunmuş ve teşkilât-ı milliyenin kıymet ve ehemmiyeti gayr-i kabil-i inkâr görülmüştür. İtilâf Devletleri’nden ihtimal bazısı henüz menâfi-i hususiyesini temîn etmek için milletten başka bir yerde nokta-i istinâd arıyor. Millet vahdet ve azminde sebat ettikçe bu gibilerin de hakikati kabul edeceklerinde şüphe yoktur. Şimdi lâzım olan milletimizin sebatkârâne bir surette azminde devam etmesi ve İstanbul’da karîben toplanacak meb’ûslarımızın vazife-i teşriiyelerini bi-hakkın ifa edebilmesidir. Her halde millet hükümetin nigehbânı olmak lâzım gelir. Çünkü hükümetlerin icrââtı menfî olup da millet itiraz etmez ve ıskat etmezse bütün kusur ve kabahatlere iştirak etmiş demektir. Ferit Paşa Paris’e gittiği zaman aldığı cevâbî nota tamamen arz ettiğim mealdedir. Fi’l-hakika şunun bunun bâziçesi olabilen milletler hukukunu gayr-i müdriktirler demektir. Ve böyle bir millet murakabe altında bulundurulmaya müstehak olur.

Millet Ferit Paşa’yı ıskat ettikten sonra yerine gelen Ali Rıza Paşa âmâl-i milliye dairesinde milletle müştereken çalışmayı kabul etti. Ferit Paşa’nın sukutuyla Ali Rıza Paşa’nın geçmesi meselesinde milletin alâkası bi’t-tabi birinciyi ıskattadır. Bundan başka bir şey yapamazdı. Reis-i vükelâyı bi’t-tabi zât-ı şâhâne intihap eder. Ve müşarünleyh de arkadaşlarını... Bu yeni kabineye eski kabineden bazı zevât dahil olmuştu. Bu sebeple Heyet-i Temsiliyemiz mütereddid kaldı. Birtakım şartlar dermeyan etmek mecburiyeti görüldü. Nihayet itilâf edildi. Hükümetle yapılan itilâfnamede üç noktaya istinâd ediliyordu. Kuvâ-yı Milliye’nin meşrû’iyetinin tasdiki.

Meclis-i Millî’nin ictimâına kadar mukadderât-ı millet hakkında kat’î ve son taahhüdâtta bulunulmaması, sulh konferansında milletin mukadderâtını müdafaa edecek murahhasların eskisi gibi menâfi-i millet ve memleketi gayr-i müdrik olanlardan intihap edilmemesi. Hükümet bu üç noktayı kabul etti. Ve teferruat üzerinde daha ziyade anlaşabilmek için Bahriye Nâzırı Salih Paşa’yı gönderdi, Bahriye Nâzırı Amasya’da Heyet-i Temsiliye ile mülâkat etti. Müşarünleyh ile vukubulan müzakerede ben de bulundum. (Göstererek) Bu beyanname ve nizamnamemizin her satırı beraber okundu. Tamamen mutabakat-i efkâr hâsıl oldu. Bu müzâkerât esnasında diğer bir mesele-i mühimmenin mevzu-i bahis edilmesine lüzum görüldü. Meclis-i Millî’nin mahall-i ictimâı!. İstanbul’un bugün içinde bulunduğu elîm şerâit içinde Meclis-i Meb’ûsan’ın, millet vekilerinin vazifelerini kemâl-i serbestî ile ifa edip edemiyeceği cây-i teemmül görüldü. Bunun için meclisin hariçte toplanması düşünüldü. Salih Paşa’nın İstanbul’a avdetinden sonra hükümet-i merkeziye bu fikre iştirak etmedi. bi’t-tabi bütün mehâzîrine rağmen İstanbul’da ictimâı lâzım geldi. Maamafih Heyet-i Temsiliyece mehâzîre karşı icap eden tedâbîr ittihâz edilmiştir.

Efendiler! Teşkilât-ı milliyemizin bugün takip ettiği gaye vatanın inkısâmdan ve milletin esaretten tahlîsine ma’tûftur. İnşaallah zaman-ı karîbde teşkilât-ı milliye bu gayenin istihsaliyle deruhde ettiği vazife-i vataniyesini ifa edecektir.

Fakat vazifesini ikmal etmiş sayılacak mıdır? Bence bundan sonra da pek mühim vazife-i vataniye ve milliyemiz vardır. Ez-cümle ahvâl-i dahiliyemizi ıslah ile milel-i mütemeddine meyânında faal bir uzuv olabileceğimizi fiilen isbât etmek lâzımdır. Bu gayede muvaffak olmak için siyasî mesâiden ziyade ictimâî mesâiye ihtiyaç vardır. Teşkilât-ı milliyemizin böyle bir gaye için nasıl bir şekil almak lâzım geleceğini şüphesiz milletimizin âmâl-i umumiyesi tayin ve tesbit edecektir. Şimdilik Heyet-i Temsiliye, meb’ûsların kemâl-i emniyetle ifa-yı vazife eyledikleri tahakkuk edeceği güne kadar kemâ fi’s-sâbık vazifesine devam edecektir.

Efendiler! Ümit ederim ki, müsait bir sulh akdinden sonra vaziyetimiz hüsn-i idâre edilirse evvelki hudut dahilindeki vaziyetimizden daha iyi olur. Bu noktada bir fikir izah etmek istiyorum: Cemiyetimiz nokta-i nazarından çizdiğimiz hudut haricinde kalan dindaşlarımızla, bu muhterem kardeşlerimizle aynı hudut dahilinde asırlardan beri vatandaşlık ettik, bu kardeşlerimiz her tarafta, Suriye’de, Irak’ta, Yemen’de, Şark’ta kendi dahillerinde muhafaza-i mevcudiyet ve temîn-i istiklâl için sarf-ı mesâi ediyorlar. Bütün bu İslâm parçalarının mazhar-ı istiklâl olmaları âlem-i İslâm için ne büyük bahtiyarlık olur. Bunun husûlünde âlem-i İslâm’ın vaziyetinin ne kadar rasîn olacağını şimdiden tasavvur etmekle pek büyük saadet hissediyorum. Mazhar-ı intibâh olduğuna şüphe kalmayan âlem-i İslâm’ın muvaffakiyetini o kadar kâvi görüyorum ki bu imanla izah-ı hissiyât eylediğimden dolayı duyduğum vicdanî zevk pek büyüktür. Fazla rahatsız etmek istemem, beni dinlemek lutfunda bulunduğunuzdan dolayı hassaten teşekkürâtımı arz ederim.

Makaleni beğendinizmi? Sosyal medyada takip edin!

Küfür, hakaret, rencide edici ve büyük harfle yazılan yorumlar onaylanmayacaktır.

Sakura

San Francisco temelli bir firmanın tavuk tüyünden laboratuarda yetiştirdiği tavuk eti

Editörün Seçimi